Yücel Çakmaklı ve Milli Sinema Üzerine Söyleşi

Yönetmen Yücel Çakmaklı’nın sineması, Afyonkarahisar Valiliğinin ev sahipliğinde, Anadolu Kültür ve Sanat Meclisi Derneği tarafından düzenlenen “Büyük Taarruz 4. Uluslararası Kısa Film Festivali”nde ele alındı.

Yazar Mahmut Bıyıklı, akademisyen Burhanettin Güneş ve kültür sanat habercisi Bünyamin Yılmaz, Afyon Kocatepe Üniversitesi Sinema Televizyon Bölümü Atölyelerinde gerçekleştirilen söyleşide, usta yönetmenin Türk sinemasındaki özgün yeri üzerine tespitlerini paylaştı.

Bıyıklı, Afyonkarahisar’ın yetiştirdiği Bolvadinli Yücel Çakmaklı’yı memleketinde konuşmanın heyecan verici olduğunu vurgulayarak, bir insanın hikayesinin bir ülkenin hikayesi olduğunu söyledi.

“Yücel Çakmaklı öncü bir şahsiyet”

Çakmaklı’nın kişiliği öğrenildikçe Türkiye’nin bir döneminin hikayesinin daha net anlaşılabileceğini belirten Bıyıklı, “Yücel Çakmaklı öncü bir şahsiyet. Çok yönetmen vardır ama hikayesi bu kadar derinlikli ve kendi çağında akım başlatan ve o akımda ısrar eden, hayatının sonuna kadar bu idealde yürüyen çok insan yoktur.” diye konuştu.

Mahmut Bıyıklı, Çakmaklı’yı sinemanın “serdengeçti”si olarak tanımlayarak, “Çünkü Yücel Çakmaklı kendisinden önce açılmış bir yolda yürümüyor. Kendisi yol açıyor. O açtığı yolda da kavgaya, büyük engellere rağmen yürüyüşünü inatla sürdürüyor. O yüzden Yücel Çakmaklı bizim sinemamızda ayrı bir yerde duruyor. Yücel Çakmaklı, ‘milli sinema’ diye bir akım başlatıyor.” ifadelerini kullandı.

Yücel Çakmaklı’nın çocukluğunun çok verimli olduğuna değinen Bıyıklı, şöyle devam etti:

“Dedesi özellikle büyük bir tasavvuf bilgesi, nakşi kültürüne hakim bir kişi. Torunlarına Mevlana’dan, Yunus’tan, Hacı Bektaşi Veli’den kıssalar anlatıyor. Anne tarafından dayısı, Milli Mücadele’nin büyük öncülerinden. Bir yandan milli bir yandan da manevi damardan besleniyor. İki damardan beslenen Yücel Çakmaklı daha çocukluk yıllarında kendi kendine söz veriyor. ‘Bir gün dedemin anlattığı bu muhteşem hikayeleri beyaz perdeye aktaracağım.’ diyor. İlk ışık orada başlıyor. 7 yaşındayken babasını kaybediyor. Dedesi bütün çocuklara bakamayacağını düşünerek Yücel Çakmaklı’yı Çocuk Esirgeme Kurumuna veriyor. Çakmaklı yokluklar, yoksulluklar ve hasretler içerisinde büyük bir sinemacı olma rüyasının peşine düşüyor.”

“Yeşilçam’ın argümanlarıyla diliyle yeni bir şey söylemeye çalışıyor”

Bıyıklı, Çakmaklı’nın dönemin önemli ilahiyatçılarından Hayrettin Karaman’ın da desteğiyle “Kabe Yolları” isimli filmi çektiğini aktararak, “Aslında belgesel ama toplumda büyük karşılık buluyor. Çünkü o döneme kadar bazı değerlerin sinemada yansıtılmasını göremiyoruz. Daha sonra ‘Birleşen Yollar’la adını Türkiye’nin geneline duyuran bir filme imza atıyor.” dedi.

Yapımcıların o dönem daha popüler, daha para getirici işlere baktığını ve Yücel Çakmaklı’ya kapıları kapattıklarını söyleyen Bıyıklı, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Filmlerini yaparsak krizle karşılaşırız, diye korkuyorlar. Öte yandan Yücel Çakmaklı’nın oluşturduğu filmlere sanatçılar da yaklaşamıyor. Çünkü o filmlerde oynarlarsa sinema dünyasında adlarının silineceğine ya da belli lobiler tarafından hoş karşılanmayacağına inanıyorlar. Buna rağmen Yüce Çakmaklı’nın başarısına bakın. Hem yapımcıyı, yönetmeni hem de sanatçıyı ikna edecek ve para bulacak, filmi çektikten sonra sinema salonlarını ayarlayacak. Hiçbirisi de hazır değil. Yeşilçam’ın argümanlarıyla, diliyle yeni bir şey söylemeye çalışarak büyük bir başarı kazandı.”

“Milli sinema ihtiyacı şeklinde bir fikir oluşur ve film serüveni başlar”

Akademisyen Burhanettin Güneş de milli sinemanın çıkış noktasının, kimliği her yönüyle içinde barındıran bir sinema dilini ortaya koyabilmek olduğunu söyledi.

Çakmaklı’nın sinemaya genç yaşlarında tutkuyla başladığını vurgulayan Güneş, “Tahsil için gittiği İstanbul’da, sinemalarda yer gösterici olarak çalışarak sevdiği işe yakın olmanın mutluluğunu yaşamıştır. İstanbul bugün olduğu gibi o gün de gerek film gösterimleri gerek yönetmen söyleşileri gibi konularda büyük imkanlar sunmaktadır. Salah Birsel, Metin Erksan, Halit Refiğ, Nijat Özön gibi yazar ve yönetmenlerin sinema eleştirilerini ve dergilerini takip ediyor. 1961-1962’de milli sinema ihtiyacı şeklinde bir fikir oluşur ve film serüveni başlar.” değerlendirmesinde bulundu.

Güneş, Yücel Çakmaklı’nın sinema serüvenine dair detayları aktararak, “Milli sinema varlıktaki birliğin izini sürmek iddiasındadır. Birliği ayırmak yerine ayrı olanı birleştirmeyi hedefler. Ayrılıklarımızı ayrışma unsuru olarak görmeyip, varlığın yansımaları olarak değerlendirmektedir. Dolayısıyla gösteri çağında, milli kelimesi kollarını açtığında tüm farklılıkları kucaklayan bir anlama bürünmelidir. Bu toprağın türküsünü söyleyen, derdiyle dertlenen herkesin kendine yer bulacağı bir zemine dönüşmelidir.” diye konuştu.

“Kuruluş’ta Şeyh Edebali’yi oynaması için Anthony Quinn’i ikna etmişti”

Kültür sanat habercisi Bünyamin Yılmaz ise Çakmaklı’nın Türk sinema ve dizi dünyasına üç önemli dokunuşta bulunduğunun altını çizerek, şunları anlattı:

“İlki Yeşilçam’daki star sistemiydi. Düşünsel yönü ağır basan, milli bir anlayışı öne çıkaran ‘Birleşen Yollar’ o dönemin önemli starları Türkan Şoray ve İzzet Günay’ı başrolde izleyici karşısına çıkardı. Bu, Yücel Çakmaklı sinemasının kapsayıcılığını ve şahsında oluşturduğu güveni de simgeliyordu. İkincisi, Osmanlı Devleti’nin kuruluş yıllarını anlatan ‘Kuruluş Osmancık’, tarihle barışmanın önemli bir işaretiydi. Yüzünü Batı’ya dönen ülkeye, köklerini unutma derken güçlü bir hikayeyle bunu söyledi. Bu yapımla birlikte bir diğer eser de ‘Küçük Ağa’ idi. Tarık Buğra’nın bu iki eseri Yücel Çakmaklı’nın anlayışıyla oldukça örtüşüyordu. Çetin Tekindor’un canlandırdığı İstanbullu Hoca, vatanın kurtarılmasında Anadolu insanının, maneviyat sahibi isimlerin varlığını öne çıkarıyordu. Çakmaklı’nın üçüncü dokunuşu, bu yapımla yakın tarihi doğru okuma üzerine oldu.”

Usta oyuncu Sümer Tilmaç’ı konuk aldığı bir programda yaşananlara da değinen Yılmaz, “Yücel ağabeyi konuşurken, satır arası, ‘Biliyor musun Anthony Quinn’i ‘Kuruluş’ta Şeyh Edebali’yi oynaması için Yücel ikna etmişti.’ dedi. Oldukça şaşırdım. Çağrı’dan sonra çok etki bırakacak bir rol olurdu. Ancak ihtilal sonrası o dönem TRT’de imza yetkisi olan kişi bir askermiş. Quinn’in alacağı parayı görünce ‘Benim maaşım bunun yanında bir hiç. Olmaz.’ demiş. O dönem TRT’nin BBC ile anlaşması olduğu için, ücreti BBC’nin vereceğini söyleseler de dinletememişler, imzayı atmamış. Bunu anlattı Sümer Tilmaç. Her ikisine de rahmet olsun.” şeklinde konuştu.

Etkinlik, katılımcıların sorularının cevaplanmasının ardından sona erdi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir